Sunday, 2 March 2014

Çocuk Gelinler






Çocuk gelinler hakkında
Her yıl yaklaşık 14 milyon farklı ülkeler, etnikler, kültürler ve mezheplerden olan kızlar 18 yaşına girmeden önce evleniyırlar. Bu olay onların çocukluğunu çalarak sağlık ve eğitim hayatlarını tehlikeye düşürüyor.
Çocuk evlenmenin yaşandığı ülkeler
Bu olay doğrudan bir evrensel sorundur. Çocuk gelinler Orta Doğu’dan Latin Amerika’ya dek, Güney Asya’dan Avrupa’ya kadar yayılarak dünyanın her tarafında bulunmaktadır. Bu sorun Nijer’de (%75), Orta Afrika Cumhuriyeti’nde (%68), Çad’da (%68), Bangladeş’te (%66) büyük çapta yaşanmaktadır (http://www.girlsnotbrides.org/where-does-it-happen).
Gelişmekte olan ülkelerde, kızların 3’te 1’i 18 yaştan önce ve 9’dan 1’i de 15 yaştan önce evlenmektedirler (http://www.girlsnotbrides.org/where-does-it-happen).
Hacettepe Üniversitesi’nin Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’na (2008) göre, 18 yaşın altında evlenen kadınların oranı %28’dir. Bu oran bölgeler arası farklılık göstermektedir; Orta Anadolu’da %37’ye, Doğu ve Güneydoğu’da %40-42’ye çıkmaktadır (Uçan Süpürge Erken Evlilikler/Çocuk Gelinler Politika Notu, 2012).
Dünyada yaklaşık 20-49 yaşları arasında olan 400 milyon kadın 18 yaştan önce evlenmiştir. 2010 yılında, 67 milyon kız 18 yaştan önce evlenmiştir. Eğer bu süreç devam ederse gelecek 10 yılda 142 milyon kız 18 yaştan önce evlenmek zorunda kalacaktır. Yani ortalama her sene 14.2 milyon kız çocuğu (http://www.icrw.org/child-marriage-facts-and-figures.).   
Erken evlenme kızları erkeklerden daha çok etkiliyor
2003 yılında, 15-19 yaş arasında evlenen kız ve erkekleri oranını karşılaştırdığımızda Mali’de bu oran her 72 kız için 1 erkek çocuğu, Amerika’da her 8 kız için 1 erkek ve El Salvador’da her 6 kız için bir erkektir (http://www.girlsnotbrides.org/about-child-marriage).
 İran’da çocuk gelinler
İran’nın yasalarında evlenme yaşı kızlar için 13 ve erkekler için 15 yaş olarak belirlenmiş fakat  çocuğun vali-yi kahrisinin izni ve mahkemenin onayı ile bu yaş sınırı dikkate alınmadan çocuk evlenmek zorunda kalabilir. Bu da aslında yasal olarak sınırın olmamazlığı anlamına geliyor.
2012 yılında en az 1537 kız çocuğu 10 yaştan önce evlenmek zorunda kalmıştır. Bu sayıdan 1411 evlenme Erdebil eyaletinde gerçekleşmiştir. 10-14 yaşları arasında 29827 kız da evlenmeye mecbur edilmiştir. İran’ın verdiği istatistiklerde 10-14 yaş arasında evlenen çocukların yaşları belirlenmemiştir. Bu durum 13 yaştan önce evlenmiş çocukların sayısının belirlenmesini engelliyor. Şarghi Azerbaycan 10-14 yaşları arasında 3348 erken evlenmeye sayısıyla İran’ın erken evlilik açısından ikinci eyaleti olarak bilinmektedir. Dikkate almamız gerekiyor ki bu istatistikler sadece İran’ın 32 eyaletinden 24 eyaletini kapsamaktadır. Kermanşah, Horasn-i Şumali, Sistan ve Beluçestan, Çarmahal-i Bahtiyari, Kerman, Buşehr, Gilan ve Kurdistan eyaletlerinden yaş ayrımı esasında kayda alınmış evlenmeler hakkında hiç bir bilgi bulunmamaktadır (Justic for Iran).
İstatistiklere göre geçen 5 senede kız çocukların sayısı okullarda ciddi bir düşüş göstermektedir. Doğumdan dolayı anne olumunun oranı ise son 20 senenin içinde her zamandan daha fazla artmıştır. 15 yaştan önce evlenmek zorunda kalan kızların oranı son 5 yıl içinde %35 artış göstermektedir (Justic for Iran). Erken evlenmelerin %55 kentte ve %45 köylerde uygulanmaktadır (Radio farda). 2012 yılında 25 bin çocuk evlendikten sonra boşanmıştır (bbc).      
İran’da Çocuk Gelinler Hakkında Yapılan Araştırmalar
İran’da çocuk gelinler hakkında az sayıda araştırma bulunmaktadır. Tebriz’in Hervi köyünde Factors Responsible for Early and Forced Marriage in Iran (2013) başlıklı bir araştırma Tebriz’in Hervi köyünde bu sorunu ele almıştır.
Bu araştırmada erken evliliğin sağlık üzerinde olumsuz etkileri dikkate alınmıştır. Fiziksel problemler, ruh hastalıkları, depresyon, korku, obsesif ve dehşet yaşanan en önemli sıkıntılardandır. Normal bir hamilelik için çoğu etkenler etkili olsa da yine 18 yaştan önce hamilelik, kişinin hayatını riske atabilecek en önemli özelliklerdendir.
Bu araştırmada Tebriz’in Hervi köyünde 18 yaştan önce evliliğin nedenleri ele alınmıştır.
Araştırmanın yöntemi:
Araştırmada nitel yöntem kullanarak 60 katılımcı ile bireysel mülakat ve odak grup tartışması uygulanmıştır. Mülakatlar yarı yapılanmış sorulardan oluşmuştur ve her mülakat yaklaşık 30 dakike sürmüştür. Katılımcılar:
a) 18 yaştan önce evlenmiş kızların ebeveynleri
b) evlenmiş öğrenciler
c) bekar öğrenciler
d) öğretmenler ve sağlık merkezinin personeli
e) köyün yerlileri
 Katılımcılara ilk başta basit sorular sonra ise kompleks sorlar sorulmuştur. Örneğin:
1) Evlenme ve onun uygun zamanı hakkında kişilerin genel düşünceleri;
2) Köyde kızların evlenme yaşı;
3) Kızın evlenmesini etkileyen faktörler (ailenin zorunluğu ve kızların isteği);
4) Okuryazarlık ve bilgi seviyelerinin evlenme ve birlikte yaşama üzerinde etkisi;
5) Erken ve zorunlu evlenme hakkında bilgiye sahip olmak;
6) Hayatlarının amacı ve dilekleri hakkında kızlara soru sormak.
Sonuç ve Tartışma
Araştırmanın sonuçlarına göre erken ve zorunlu evliliğe neden olan en önemli faktörleri şu şekilde özetleyebliriz:
-          Köyün kültürel ve sosyal baskısı
-          Ekonomik sorunlar;
-          Çocuk evliliğin yan etkileri hakkında bilinçsizlik;
-          Lise seviyesinde eğitime devam ettirmeye olumsuz bakmak;
-          Genç erkeklerin erken yaşlarda evlenmeğe eğilimleri;
-          Kızlar üzerinde uygulanan ailenin sıkı ve istenilmeyen kurallarından kurtulmak;
-          Köyde lisenin olmamazlığı.
Köylülere göre kızlar 15 yaştan önce evlenmelidirler. Bu yaştan sonra başarılı bir evlenmenin şansını kaybediyorlar. Üstelik köylülere göre bu yaşta evlenmeyen kızın fiziksel veya cinsel sorunu vardır. Bu toplumsal zorluluklardan dolayı 7-8 yaşta kız çocukları olan aileler kızlarının erken evlenmesi gerekliliği hakkında düşündürüyor.
Ekonomik duruma ilişkin, çoğu yerlinin durumu iyi olsa da yine ekonomik pozisyon kızların erken evlenmelerinde önemli rol oynamaktadır. Mali durumları iyi olan aileler gelinlerini zengin ailelerden seçmek istiyorlar. Kız çocukları olan fakir aileler ise zengin bir çocuk bulmak istiyorlar. Zengin güvey onların tutarsız ekonomik durumlarını garantiye alıyor ve hayatlarında zorlukla yaşayan ve acı çeken ailelerin sorunlarını çözmüş oluyor. Bir annenin dediğine göre “ aileler kızlarını para elde etmek için satıyorlar”, “paranın benim için değeri olmadığı için kızımın eğitimine devam etmesine ve istediği eğitimli bir erkekle evlenmesine izin vereceğim”.
Aile üyelerinin yaşam maharetleri, evlenme ve birlikte yaşama hakkında bilgisizlikleri erken evlenmenin oranını düşürtmenin diğer zorluklarındandır. Cismi ve fikri açıdan olgunlaşmaya öocuklarhayatlarında annelerinin yolunu izlemek zorunda kalıyorlar.
Köyde lisenin bulunmadığı da önemli etkenlerden birisidir. Mali sıkıntılardan dolayıdır ki bazen baba veya ağabey kız çocuğun başka bir yerde liseye gitmesine izin vermiyorlar.
Böyle bir ortamlarda çekiici eğlenmeler ve dinlenme olanakları olmadığı için köyde, çocuklar hayatlarında sessizlik ve durgunluğa yetişiyorlar. Yani aslında bir tür çıkmaza giriyorlar dolayısıyla evlenmek onlar için bu çıkmazdan bir kaçıştır. Öğrencilerin birisi şöyle anlatıyor “ağabeyim eğitimimi devam ettirmem için başka kente gitmeme izin vermiyor çünkü oranın insanları iyi değiller ve bana zarar verebilirler.”
Son olarak, oğlanlar köylerde genç kızlarla evlenmeye eğilimlidirler. Dolayısıyla aileler korkuyorlar ki eğer kızları büyüyerse kimse onunla evlenmez ve bu aile için bir utanç meselesidir. Birkaç öğrencinin bakışında evlenmek ailenin mantıksız baskı ve kısıtlamalarından kurtulmanın büyük yollarındandır.
Sonuç
Araştırmanın verilerine göre, 18 yaştan önce evlenmenin en önemli nedenleri şu şekilde özetlenebilir: kültürel yoksulluk, köylülerin bilgisizliği, karar vermekte güçsüz olmak, kızların gücünün ve iradelerinin az olması. Erken evliliği engelleyen en önemli etken kız çocuklarının okulda kalmalarını sağlamaktır.

  


Sunday, 29 December 2013

Street Harassment and The Informal Ghettoization of Women - Cynthia Grant Bowmen

“Özgürlüğün en temel anlamı yani qısıtlanmadan özgürlük (freedom from restraint) esas alındığında aslında qadınların özgürlüğü xiyabanda taciz ile qısıtlanır. Çünkü qadınların fiziksel ve coğrafik hareketliliklerini sınırlayır ve qamusal alanda yalnız olaraq tezahürlerini engelleyir. Bu anlamda, xiyabanda taciz qadınların enformal getolaşdırmalarını – özel alanın aile ocağına getolaşdırma- başarmış olur” (Bowman, 1993, s. 520).   
 








* Street harassment is a phenomenon that has not generally been viewed by academics, judges, or legislators as a problem requiring legal redress, either because these mostly male observers have not noticed the behavior or because they have considered it trivial and thus not within the proper scope of the law. (p.519) 

* The liberty of women, in this most fundamental sense of freedom from restraint, is substantially limited by street harassment, which reduces their physical and geo- graphical mobility and often prevents them from appearing alone in public places.12 In this sense, street harassment accomplishes an in- formal ghettoization of women - a ghettoization to the private sphere of hearth and home.  (p.520)

Toward a Working Definition of Street Harassment

* Although street harassment encompasses a wide variety of behaviors, gestures, and comments, it has some defining characteristics: (i) the targets of street harassment are female;31 (2) the harassers are male; (3) the harassers are unacquainted with their targets; (4) the encouniter is face to face; (5) the forum is a public one, such as a street, sidewalk, bus, bus station, taxi, or other place to which the public generally has access;32 but (6) the content of the speech, if any, is not intended as public discourse. (p. 523-524)

* Central to the freedom to be at ease in public spaces is the capacity to pass through them while retaining a certain zone of privacy and autonomy - a zone of interpersonal distance that is crossed only by mutual consent. If, by contrast, women are subject to violation of that zone of personal privacy when they enter public areas, that very invasion of privacy effectively drives women back into the private sphere, where they may avoid such violations. Thus, by turning women into objects of public attention when they are in public, harassers drive home the message that women belong only in the world of the private.  (p: 526 – 527) 

* The target of street harassment is literally every woman between the age when her body begins to develop sexually and that undefined point when she is no longer assumed to be a sexual being because she is "too old." Different women may experience street harassment in different ways, though. For a very young girl, it is one of her first lessons in what it means to be a sexual being - a confusing and shame-producing experience. (P: 531) 

The experience of street harassment may also differ with the race, class, or ethnicity of the targeted woman and the history of gender interactions to which she has become accustomed.  

The Consequences of Street Harassment for Women, Gender, and Society 

* The fear, psychological trauma, and restrictions on personal liberty described above have obvious consequences for women as individuals. Not so obvious, perhaps, are the consequences suffered by society as a whole. In fact, the harms of street harassment extend to its impact upon the relationship between the sexes, upon the construction of gender in our society, and upon social and political relationships in general. (P:540)

* street harassment both increases women's dependence on men and contributes to distrust and hostility between the sexes. 

* Second, contrary to the folk wisdom that "sticks and stones may break my bones but words will never hurt me," language is instru- mental in the construction of reality; language locates individuals within that reality and thus constructs their gender identities.Women learn to associate their bodies with shame, fear, and humili- ation.115 Women also learn their place in society from language, and they learn that this place is not a public one. The remarks women hear from harassers on the street carry the implicit (and sometimes explicit) message that women do not belong in public, where they draw attention by their mere appearance, but rather in the private sphere, at home.(p.541)

qaynaq: The Harvard Law Review (1993), vol. 106, N. 3, pp: 517-580

   
 
 
 

Wednesday, 4 September 2013

ARAÇSALCI YAKLAŞIMLAR VE İLKSEL BAĞLAR - Anthony D. Smith




Araçsalcı yaklaşım, insanların her zaman çok çeşitli gruplar içinde yaşamış ve çalışmış olduklarına inanır. Araçsalcılar için kimlik, yaygın, kapsayıcı bir şey olmaktan ziyade durumsaldır. Ve kolektivitelerin değil bireylerin sahip olduğu bir şey olarak incelenmiştir. Bu yaklaşımda, sıklıkla ‘ilkçilik’ (primordialism) başlığı altına dahil edilen çeşitli konumlar vardır.
En uç versiyon, konuşma, görme ya da koklama duyularımız gibi bir etnik kimliğe sahip olduğumuzu savunur. ilkçiliğin bu biçimi, ‘doğaları itibariyle’ insanları, bir ailenin üyesi olmalarına benzer şekilde, değişmeyen etnik toplulukların üyeleri olarak görür. Bu görüşü özel olarak, ilk kez erken on dokuzuncu yüzyıl Alman Romantiklerince ortaya konan, ama zaten Fransa’da Rousseau’nun takipçileri arasında da bulunabilen milliyetçiliğin ‘organik’ versiyonunda bulunur. Milliyetçiliğin organik versiyonuna göre, milletler doğal sınırlara sahip oldukları gibi, doğada özgül bir kökene ve mekana, özel bir karaktere, misyona ve yazgıya da sahiptirler. Bu görüşte, milletlerle etniler arasında bir ayrım yapılmaz. Her ikisi de doğal düzenin eşit ölçülerdeki parçalarıdır ve milliyetçilik, insanlığın doğasında bulunan bir özelliğidir.
İlkçiliğin ikinci versiyonu, sosyo-biyolojinin son zamanlardaki canlanışıyla bağlantılıdır. Bu bakış açısına göre, etniler ve milletler doğaldır, çünkü genetik verimle kapsayıcı uygunluklarından dolayı seçilen akrabalık gruplarının uzantılarıdır. Her üretici başarı, ‘akraba kayırmacılığı’ ve karşılıklılıkla maksimize edilir ve kültürel benzerlik, genetik yeniden üretim arayışlarında bireyleri kapsayıcı akrabalık grupları aracılığıyla yönlendirmenin önemli bir aracı olarak kabul edilir. 
İlkçiliğin üçüncü bir versiyonu, etniseteyi genel olarak, önceden var olan, verilive güçlü, ama aslında bazen ezici ya da ‘sorgulanmaz’ bir toplumsal bağ olarak kabul eder. Fakat bu duygusal güç, etnik bağın doğasından kaynaklanmaz, verili bir etnik karşılaşmanın tarafları ya da belirli bir etninin üyeleri tarafından hissedilir. Bu görüşe göre her insanın bu veya şu etnik topluluğun üyesi olmalıdır; etnisite tarihi kavrayışımızın esasını teşkil eder; etnik bağlar öteki bağlılıklara baskın gelir, yine de verili etniler yaşama gücünü yitirebilir, dış güçleri tarafından yeniden canlandırılmak üzere yavaş yavaş güçsüz düşüp yok olabilir.
İlkçiliğin çeşitli versiyonları birtakım itirazlara açıktır. Bunlardan birincisi, insanların, bir toplumsal gruplar çeşitliliği içinde yaşadığını ve bu toplumsal gruplardan bazılarının diğerlerinden daha önemli ve belirgin olduğunu vurgulayan itirazdır. Dolayısıyla etnik bağın mutlak bir önceliği yoktur. İkinci itiraza göre, diğer toplumsal bağlar gibi etnik bağlar da ekonomik, toplumsal ve siyasal güçlere tabidir ve bu yüzden koşullara göre dalgalanır ve değişir. Üçüncü itiraz, bireylerin ait olmayı tercih ettikleri etnik topluluğu seçme ve kendilerinin ve ailelerinin yazgısını çizme serbestliklerinin ilkçilerin izin verdiğinden çok daha fazla olduğuna ve bunun özellikle yirminci yüzyıl sonu için doğru olduğuna dikkat çeker.
Smith’e göre bu itirazlarda bir yanlış anlama var. Doğru olarak ele alınmalarına karşın ilkçiliğin ‘güçlü’ ya da doğalcı versiyonlarının bazı eleştirileri, bir çok etninin kalıcı ve bağlayıcı niteliğini ve yüzyıllar süren direngen devamlılığını gözden kaçırır ya da göz ardı eder. Bu eleştiriler ayrıca, etnilerin ve milletlerin katılımcılarının ya da üyelerinin dahil oldukları kolektiflikler bağlamındaki güçlü hislerini de gözden kaçırır ya da üzerinden atlar. Daha önemlisi, bu eleştiriler bireysel düzeyi kolektif düzeyle karıştırır. Bireyselin karşıtı olarak kolektif düzeyde etnisite, güçlü, patlayıcı ve sıklıkla devamlı bir güç olarak kalır. İsimler, vatanlar, bellekler ve semboller, fatihlere, sömürgüleşmeye ve ilk başta işaret ettikleri ya da sınırlarını çizdikleri nüfusun göç etmesine karşın yine de yüzyıllarca ayakta kalabilir.

MODERNİZMİN SINIRLARI
Eskilciler ile modernistler arasında tartışmalar, etniler ve etnisiden ziyade milletler üzerine bir tartışmadır. Bazı akademisyenlere göre milletler de eskil ve ölümsüzdür. Kökleri ortaçağ ve hatta antikiteye dek uzanır. Her ne kadar kendi kaderini tayin hakkı modern çağda doğmuşsa da milletler ve milliyetçiliklerin olmadığı bir çağ asla olmamıştır. En erken antikiteden, eski Sümer ve Mısır kayıtlarının başlangıcından itibaren bakıldığında milletler bulunabilir.
Bu görüşlere karşı olan modernist bakış açısına göre: Milletler ve milliyetçilik oldukça yeni bir fenomendir. Endüstriyalizm, kapitaliz, bürokrası, kitle iletişimi ve sekülerleşmenin devrimci modern güçlerinin ürünüdür. Bazı düşünürlere göre, milletler ve milliyetçilik esasen, modernliğin Batı’da yavaş yavaş sonuna yaklaşan belirli bir dönemine sıkı sıkıya bağlı bir on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl fenomenidir.
Bu yüzden söz konusu fenomenin ileri sanayi toplumlarında eski bir olgu haline gelişi yirminci yüzyılın sonunda daha da belirginleşmiştir.
Modernist yaklaşımın bir versiyonuna göre: Milletler ve milliyetçilik önce erken dönem modern Batı’da, sonra da Latin Amerika, Afrika ve Asya’nın ilhak edilmiş denizaşırı topraklarında sömürgecilik yoluya ortaya çıkmış teritoryal ve profesyonelleşmiş modern devletin yükselişi ve doğasından üretilmiştir.
Milleti ön plana çıkaran ve mutlakiyetçi devletleri milli devletler haline getiren şey, Fransız ihtilalı sonrasında monarşik egemen devletlerin demokratikleşme ve halk egemenliği fikrinin yayılması aracılığıyla yaşadığı dönüşümdür.
Hobsbawn, milliyetçilik gücünü ve anlamını yalnızca, milletin modern devletle birleşmesinden alır. Modernist yaklaşımın ikinc versiyonunda; milletler ve milliyetçilik Avrupa’da Reformasyon’dan itibaren devletle sivil toplum arasında açılmış olan boşluk ve bunun sonucunda ortaya çıkan yabancılaşmada köprü görevi gören bir araçtır.
Milletler ve milliyetçilikler, modern endüstriyel toplumsal örgütlenmenin gereksinimlerinden ve onun kitlesel okuryazarlık ile mobiliteye yönelik baskılardan türetmiştir.
Sanayi toplumu, akışkan, büyüme yönelimli bir toplumdur; temel meşruyiteni, maddi beklentileri gerçekleştirme becerisinden alır.
Büyük ölçekli ekonomik gelişmeyi yaratabilen büyüme yönelimli bir modern toplum, «yüksek» milli kültürlere olan ihtiyacı karşılar ve söz konusu yüksek milli kültürler sadece devlet tarafından yönetilen, standardize edilmiş, kitlesel, halk eğitimi sistemleri aracılığıyla sürdürebilir.
Modernist bakış açısına karşı itirazlar:
- tarihsel itiraz:
İdeoloji ve hareket olarak milliyetçiliğin yeni bir fenomen olduğu, başlangıcının on sekizinci yüzyıl sonu olduğu doğrudur, fakat etnik bağları aşan milli duyguların yükselişinin izlerini birkaç Batı Avrupa devletinde daha önce değilse bile on beşinci ve on altıncı yüzyıllara dek sürmek mümkündür. 
Örneğin, on dördüncü ve on beşinci yüzyılda Fransa, İngiltere, İskoçya, İspanya ve İsveç’in yanı sıra Polonya ve Rusya’da küçük dinsel ve bürokratik sınıflar arasında, bir teritoryal-kültürel ve siyasal cemaat olarak millet kavramına yönelik ateşli bağlılık ifadeleri vardır.
Bir diğer problem, modernist yaklaşımların araçsalcılığından kaynaklanır. Milyonlarca kadın ve erkeke ana vatanları, yurtları için, Fransa için, İtalya için, İsrail için, Vietnam için kendilerini, yaşamlarını feda etmişler. Etnisiteye dair araçsalcı yaklaşım, insanların niçin kendi ilerleme araçları olarak sınıf ya da bölgeyi değil de etnisite ya da milliyetçiliği tercih ettiğini açıklayamaz. 

Kaynak: Küreselleşme Çağında Milliyetçilik