Sunday, 1 September 2013

KÜRESELLEŞME ÇAĞINDA MİLLİYETÇİLİK (Anthony D. Smith)






Giriş
Dünyanın her tarafında patlak veren etnik çatışması ve milliyetçilik birçok kişiyi şaşırtmasına rağmen bu dalganın hızla yok olacağını inancı hala devam ediyordu. Fakat bu kişiler etnik topluluğun uzun bir tarihi olduğunu; bir ideoloji ve hareket olarak milliyetçilik, en azından Fransız ve Amerikan Devrimlerinden beri dünya politikasını etkilediğini gözardı etmişlerdi. 
Milliyetçiliğin yakın geçmişteki dirilişi ancak uzun bir tarihsel sürecin parçası olarak anlaşılabilir ve Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla, hatta İkinci Dünya Savaşı’yla başlayan çözümlemeler sığ ve yanıltıcı olmak durumundadır.
Anthony D. Smith Küreselleşme Çağında Milliyetçilik kitabında, milliyetçiliğin bugünkü dirilişine dair bazı çözümleme biçimlerini değerlendirmeyi ve milletlerle milliyetçiliklerin oluşumundaki yeni trendler hakkında bakış açısını ortaya koymayı amaçlıyor.
Smith modern dünyanın genel olguları olarak milletler ve milliyetçiliği kavramaya yönelik anahtarın, küresel karşılıklı bağımlılığın sonuçlarından çok, tarihsel kültürler ile etnik bağların devam etmekte olan çerçeve ve kalıtlarında bulunduğuna inanıyor.
Smith aslında bu kitapta, ikinci binyılı kapatırken, dünyanın giderek daha fazla birleştiği, birbirine bağlandığı ve etnik gruplarla milletler arasındaki engellerin azaldığı ve geçersiz hale geldiği bir zaman diliminde etnik çatışma ve milliyetçiliğin niçin yeniden dirildiğini incelemek istiyor.
Smith’in savına göre milliyetçilik gücünü daha çok tarihsel yerleşmişlikten alır. Bir ideoloji olarak milliyetçilik sadece ve sadece popüler bir akort tutturduğunda, belirli toplumsal gruplar ya da tabakalar tarafından benimsendiği ve onlara ilham verdiği takdirde kök salabilir. Ama milliyetçilik ideolojiden öte bir şeydir. Diğer modern inanç sistemlerinden farklı olarak milliyetçilik, kendisinin mutlak bir şeye dönüştürdüğü şu veya bu, ama yine de özgül bir milletin varlığı ve karakterine de dayanır. Bu yüzden, milliyetçiliğin başarısı özgül kültürel ve tarihsel bağlamlar üzerinde inşa edilir; ve bu, ortaya çıkışlarında milliyetçiliğin önemli rol oynadığı milletlerin, sırasıyla daha önceden varolan ve fazlasıyla parçalara ayrılmış kültürel miraslar ve etnik oluşumlardan türedikleri anlamına gelir. Pek de devrimci olmayan bu soyut oluşum, bugün dünyanın pek çok köşesindeki bir sürü kadın ve erkeği harekete geçiren şeydir.
İçinde ikamet ettiğimiz kürenin giderek daha küçük ve daha birleşik bir hal aldığı görünüyor. Ekonomiler ve toplumlar arasında daha sık bağlar oluşturuluyor ve eskiden bağımsız olan devletler ve milletler, karmaşık bir devletlerarası örgütler ve düzenlemeler ağı tarafından gerçek anlamda uluslararası bir topluluk içine dahil ediliyor. Tüm dünyada insanlık otomatik teknolojiler çarkına kapılmış ve kitle iletişim ormanıyla çevrelenmiş bir durumda. Kısacası, dünyamız tek bir mekan haline geldi. Zaman ve uzamın bu şekilde sıkıştırılması insanların birbiriyle ve toplumsal ağlarıyla ilişki kurma biçimlerini kökten değiştirdi. Ticari düvarlar yıkıldı, metalar ve emeğin kıtalar arasında serbestçe hareket edebildiği yeni uluslararası işbölümü sistemi oluştu. Aynı devrim eski geleneklerin ve dini değerlerin çöküşüne de yol açtı.
Çağımızın öteki yüzü, feminizmden çevre hareketine, sivil haklar hareketinden dinsel uyanışlara kadar uzanan her türden toplumsal hareket ve kimlik proestosu temsil ediyor. Özelde ise etnik milliyetçiliğin, dinsel fundamentalizmlerin ve uzun zamandır yerin altında gömülü oldukları düşünülen grup antagonizmalarının yeniden doğuşuna tanıklık ediyoruz. Hindistan’da, Kafkaslarda, Balkanlarda, Afrika Boynuzunda ve Afrika’nın güneyinde kanlı çatışmalar ve hatta Kanada, Büyük Britanya, Belçika, İspanya, Fransa, İtalya ve Almanya gibi çok daha istikrarlı ve zengin toplumlarda bile etnik halk hareketleri, yabancı düşmanı ırkçılık ve milliyetçiliğin sarsıntıları yaşandı.

No comments:

Post a Comment