Giriş
Dünyanın her tarafında patlak veren etnik çatışması ve
milliyetçilik birçok kişiyi şaşırtmasına rağmen bu dalganın hızla yok olacağını
inancı hala devam ediyordu. Fakat bu kişiler etnik topluluğun uzun bir tarihi
olduğunu; bir ideoloji ve hareket olarak milliyetçilik, en azından Fransız ve
Amerikan Devrimlerinden beri dünya politikasını etkilediğini gözardı
etmişlerdi.
Milliyetçiliğin yakın geçmişteki dirilişi ancak uzun bir tarihsel
sürecin parçası olarak anlaşılabilir ve Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla, hatta İkinci
Dünya Savaşı’yla başlayan çözümlemeler sığ ve yanıltıcı olmak durumundadır.
Anthony D. Smith Küreselleşme Çağında Milliyetçilik kitabında,
milliyetçiliğin bugünkü dirilişine dair bazı çözümleme biçimlerini
değerlendirmeyi ve milletlerle milliyetçiliklerin oluşumundaki yeni trendler
hakkında bakış açısını ortaya koymayı amaçlıyor.
Smith modern dünyanın genel olguları olarak milletler ve
milliyetçiliği kavramaya yönelik anahtarın, küresel karşılıklı bağımlılığın
sonuçlarından çok, tarihsel kültürler ile etnik bağların devam etmekte olan çerçeve
ve kalıtlarında bulunduğuna inanıyor.
Smith aslında bu kitapta, ikinci binyılı kapatırken, dünyanın
giderek daha fazla birleştiği, birbirine bağlandığı ve etnik gruplarla
milletler arasındaki engellerin azaldığı ve geçersiz hale geldiği bir zaman
diliminde etnik çatışma ve milliyetçiliğin niçin yeniden dirildiğini incelemek
istiyor.
Smith’in savına göre milliyetçilik gücünü daha çok tarihsel
yerleşmişlikten alır. Bir ideoloji olarak milliyetçilik sadece ve sadece
popüler bir akort tutturduğunda, belirli toplumsal gruplar ya da tabakalar
tarafından benimsendiği ve onlara ilham verdiği takdirde kök salabilir. Ama
milliyetçilik ideolojiden öte bir şeydir. Diğer modern inanç sistemlerinden
farklı olarak milliyetçilik, kendisinin mutlak bir şeye dönüştürdüğü şu veya
bu, ama yine de özgül bir milletin varlığı ve karakterine de dayanır. Bu
yüzden, milliyetçiliğin başarısı özgül kültürel ve tarihsel bağlamlar üzerinde
inşa edilir; ve bu, ortaya çıkışlarında milliyetçiliğin önemli rol oynadığı
milletlerin, sırasıyla daha önceden varolan ve fazlasıyla parçalara ayrılmış
kültürel miraslar ve etnik oluşumlardan türedikleri anlamına gelir. Pek de
devrimci olmayan bu soyut oluşum, bugün dünyanın pek çok köşesindeki bir sürü
kadın ve erkeği harekete geçiren şeydir.
İçinde ikamet ettiğimiz kürenin giderek daha küçük ve daha birleşik
bir hal aldığı görünüyor. Ekonomiler ve toplumlar arasında daha sık bağlar
oluşturuluyor ve eskiden bağımsız olan devletler ve milletler, karmaşık bir
devletlerarası örgütler ve düzenlemeler ağı tarafından gerçek anlamda
uluslararası bir topluluk içine dahil ediliyor. Tüm dünyada insanlık otomatik
teknolojiler çarkına kapılmış ve kitle iletişim ormanıyla çevrelenmiş bir
durumda. Kısacası, dünyamız tek bir mekan haline geldi. Zaman ve uzamın bu
şekilde sıkıştırılması insanların birbiriyle ve toplumsal ağlarıyla ilişki
kurma biçimlerini kökten değiştirdi. Ticari düvarlar yıkıldı, metalar ve emeğin
kıtalar arasında serbestçe hareket edebildiği yeni uluslararası işbölümü
sistemi oluştu. Aynı devrim eski geleneklerin ve dini değerlerin çöküşüne de
yol açtı.
Çağımızın öteki yüzü, feminizmden çevre hareketine, sivil haklar
hareketinden dinsel uyanışlara kadar uzanan her türden toplumsal hareket ve
kimlik proestosu temsil ediyor. Özelde ise etnik milliyetçiliğin, dinsel
fundamentalizmlerin ve uzun zamandır yerin altında gömülü oldukları düşünülen
grup antagonizmalarının yeniden doğuşuna tanıklık ediyoruz. Hindistan’da, Kafkaslarda,
Balkanlarda, Afrika Boynuzunda ve Afrika’nın güneyinde kanlı çatışmalar ve
hatta Kanada, Büyük Britanya, Belçika, İspanya, Fransa, İtalya ve Almanya gibi
çok daha istikrarlı ve zengin toplumlarda bile etnik halk hareketleri, yabancı
düşmanı ırkçılık ve milliyetçiliğin sarsıntıları yaşandı.
No comments:
Post a Comment