Saturday, 31 August 2013

FEMİNİST KURAM (5)





3.5. Feminizm ve Postmodernizm
Postmodernizm feminizm kuram gibi disiplinlerarası ve uluslararası bir topluluğun ürünüdür. Feminizmin topluluğu, toplumsal aktivizm üzerinden büyümekteyken postmodernist topluluğun kökenleri akademi içindedir ve akademiye dayanmaktadır.
Postmodernizm batı düşüncesinin ve bu düşünce ile ilgili uygulamaların sorgulamasından yanadır. Feminizm de postmodernizm gibi batı düşüncesini eleştirilmesine ve sorgulanmasına dayanır. Bu noktada her ikisi arasında bir paralellik söz konusudur. Bununla birlikte bu ortak yönlerin yanı sıra her ikisi arasında bazı uyuşmazlıklar da vardır. Postmodern feminizm aydınlanma düşüncesine ve bu düşüncelerin büyük teorilerine başka bir ifade ile büyük anlatılarına karşıyken, feminizm aydınlanma dönemi ile ilişkili olan tarihi ve teorik olarak postmodernizmin reddettiği modernizmle bağlantılı bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Feminizmin büyük anlatı özelliği taşıması nedeniyle bu akımın postmodernizmle bağdaştırılması mümkün değildir (Ritzer, 2012: 353).
Bazı feministler postmodern çerçevede bir feminizmin oluşturulması için çaba harcamışlardır. Bu noktada hem feminizm hem de postmodern feminizmin eleştirel bakış açıları onları birleştiren ortak bir nokta olarak değerlendirilebilir. Her iki akım da aydınlanma düşüncesine ve bu düşüncenin oluşturduğu hiyerarşilere ve hiyerarşik yapılara karşı çıkmaktadır. Feminizm aydınlanma felsefesine ve bu felsefenin erkek cinsiyeti temeline dayanmasına karşı çıkmaktadır. Postmodernizm ise aydınlanma felsefesini bütünüyle reddetmektedir.
Postmodern feministler kadın erkek arasındaki siyasal ilişki ve bu çerçevede ortaya çıkan söylemlere de eleştiri getirmişlerdir. Bu doğrultuda postmodern feministler modernizmin batılı erkeğin değer yargılarını yücelttiğini ve kadını ikincil konuma getirdiğini ileri sürerek kadın merkezli ya da kadın bakış açılı bir bilimsel yaklaşım getirmeye çalışştır (Çala’dan aktaran Alptekin, 2006: 46).
Postmodern feminizm toplumsal cinsiyet gibi soyut kategorilerin değişmez olmadığını sınıf, etnik köken, ırk gibi değişkenlerle her zaman değiştirilmeye açık olduğunu varsayar. Bu anlamda postmodern feminizm her türlü genelleştirmelerin ve soyut kuramların reddedilmesine dayanır. Diğer bir deyişle postmodern feminizm pragmatiktir. Kadınlarla ilgili tek tip değil değişik türde sorunlar söz konusu olabilir.
Postmodern feminizm kadınlara ilişkin tüm kuram ve genelleştirmeleri reddetmesi nedeniyle postmodern feminist düşüncede sadece bireysel tekilliklerin meşruluğu kabul edilmeli, tekil farklılıkları yadsıyan kadınlara ilişkin her türlü kuram ve genelleştirme reddedilmelidir. Bu noktada postmodern feminizm ancak göreceli bir çoğulculuğu içerir ve kadın sorunlarıyla ilişkili olarak evrensel doğruların olmayacağını kabul eder. Ancak bu çoğulculuk ile birlikte kadınlarla ilgili yerel özelliklerin de dikkate alınması gerekir (Barnett’ten aktaran Alptekin, 2006: 46).
Ayrıca postmodern feminist düşüncede kapsamlı bir kadın kimliği olanağı kapatılmış sayılır. Postmodern feministler ataerkil sistemin varlığını ve etkinliğini sürdürmesinde lisanın rolü üzerinde durmaktadır. Yapısalcılıktan ve postyapısalcılıktan esinlenen postmodern feministler toplumda geçerli olan erkek üstünlüğüne dayanan sistemin dil yoluyla sürekli olarak etki kazandığını ve gelecek nesillere aktarıldığını ileri sürmektedirler. Bu arada bazı sıfatların ve özelliklerin erkeklere ve bazılarının kadınlara ait olduğu üzerinde durulmaktadır (Barentt’ten aktaran Alptekin, 2006: 46).
Örnegin erkek yöneten, kadın yönetilen; erkek sert, kadın yumuşak; erkek kuvvetli, kadın zayıf; erkek rekabetçi, kadın uzlaşmacı; erkek bağımsız, kadın bağımlı; erkek rasyonel, kadın duygusal olarak nitelendirilir. Dille ilgili kullanımda kadının daha tutucu ve duygusal olduğu kesin ve katı olmayan esnek sözcükleri tercih ettiği şeklinde gözlemler yapılmakta, kamu ile ilgili sorunlarda da kadınların az konuşmaları veya hiç konuşmamaları temenni edilmektedir (Demir’den aktaran Alptekin, 2006: 47).
Postmodernizmle feminist ilişki sıkıntılıdır. Bu sıkıntının belirtileri, postmodernizmin sır dolu dağarcığını, onun siyasal mücadele içinde değil, akademi içinde bulunması ve onun akademik söylem içindeki hegemonik durumu, düşünümsel olmayan kavrayışı kapsar. Birçok feminist, postmodernist meydan okumanın “masumluğu”nu sorgular, onun gerçekten özgürlükçü mü, yoksa, içinde ayrıcalıklı bir akademik sınıfın, marjinalleşmiş kişilerin meydan okumalarına, hiçbir konuşma konumunun otorite olmadığı bir durumda teknik açıdan karmaşık bir argüman ile tepki gösterdiği, bir bilgi politikasının parçası mı olduğu konusunda endişe duymaktadır.
Sıkıntının başka bir kaynağı şudur Yapısökümü ve farklılığın sonsuz gerileyişi üzerindeki postmodernist vurgu, insanları, kolektif, özgürlükçü politikalardan uzaklaştırıp radikal bireyselciliğe yönelttiğidir. Postmodernist dönüş, feminist araştırmacıları eşitsizlik, haksızlık ve baskının maddiliğinden uzaklaştırıp dünyayı “söylem” ve “metin” olarak gören yeni-idealist duruma yöneltir. Postmodernizm maddi eşitsizlikle bağlantıyı kesmekle feminizmi ilerlemeci değişime bağlılığından uzaklaştırır.

3.6. Feminist Bilgi Sosyolojisi


Feministlerin bilgi sosyolojisine göre, insanların «dünyanın bilgisi» olarak nitelendikleri her şeyin dört özelliği vardır:
1. O, her zaman toplumsal içinde birbirinden farklı şekillerde konumlanan gruplar içinde bulunan cisimleşmiş eyleyenlerin görüş açısında oluşturulur.
2. Bu nedenle her zaman kısmidir ve asla bütüne ve nesnel olana ilgi göstermez.
3. Gruplar içinde ve bir dereceye kadar gruplar içindeki eyleyenler arasında üretilir ve onlar arasında çeşitlilik gösterir.
4. Her zaman iktidar ilişkilerinden etkilenir – ister egemen ister altta yer alan grupların görüş açılarından formüle edilmiş olsun (Ritzer, 2012: 356).
Feminist sosyoloji kuramı, özel olarak kadınlar, daha genel olarak baskı altındaki insanların görüş açısını, kendisi aracılığıyla toplumsal bilginin inşa edileceği görüş açıları olarak belirleyen sosyolojik söylem içindeki iktidar dengesini değiştirmeye çalışır. Tarihsel olarak ataerkillik altında kadınlara, sınıfları ve ırkları ne olursa olsun, toplumsal yeniden üretim görevleri verilmiştir. Örnek: çocuk doğurma, çocuk yetiştirme, ev işleri, yiyecek hazırlama vs.
Doroty Smith’e göre kadınlar dünyası hakkında sosyolojik konuları ortaya koymak yoluyla egemen olan sosyolojinin boşluklarını gidermek yeterli değildir, çünkü bu iş sadece hakim sosyolojinin iktidarının yaygınlaşmasına ve güçlenmesine neden olacaktır. Bir erkeke sosyolog araştırmaya başladığında kavramsal olarak düzenlenmiş bir topluma ayak basıyor. O, bu toplumun sadece bir üyesi olmayıp aynı zamanda evreni inceleme yöntemi de bu toplumun bir parçasıdır. Bu duruma karşın kadırnlar, bu yapının dışında kalmışlar ve ona boğun eğmişlerdir. Böylece egemen olan kavramsal boyutu erkekler benimseyerek doğal dünya ile ilgilenmek, yani ev, kadınlara mahsus kalmıştır. Böyle bir ortamda kadınlar, erkekleri daha kolay kavramlar üzerinde odaklanmalarına olanak sağlamışlardır. Marx’ın yabancılaşma kavramı bir para değişikliklerle burada kullanılabilir. Yani kadınlar bu sistemin içinde ne kadar emek sarf ettiseler o kadar onları baskı altında tutan düzenin güçlenmesine yardımcı olurlar (Smith, 1974: 13-20).

3.6.1. Makro-Toplumsal Düzen
Feministlere göre, metaların pazar için üretilmesinin yanında toplumsal üretim, evin temel metalarını ve hizmetlerini üreten ev işinin örgütlenmesi; kabul edilme, onaylanma, sevgi ve öz-güvene yönelik insanın duygusal ihtiyaçlarını şekillendiren ve tatmin eden yakınlık gibi düzenlemeleri de içerir.
Egemenlik, sömürünün samimi ilişkileri içinde zorlama olarak değil,  “gruba yönelik pozitif düşüncelerin gruba yönelik ayrımcı amaçlarla birleşmesi” olarak, paternalizm olarak ifade edilebilir.
Feminizm, ideolojik egemenliğin toplumsal egemenliğin yapısı için merkezliğini vurgular. İdeoloji, kamusal bilgi olarak kurumsallaşan ve tüm toplumsal grupların garanti olarak gördükleri bilgi haline gelecek etkili bir şekilde toplumun her tarafına yayılan, gerçeklik ve toplumsal yaşam hakkındaki inançların karmakarışık bir ağıdır. Bu nedenle, feministlerin “toplumsal gerçekliğin kamusal bilgisi” olarak gördükleri şey, uzlaşıya dayalı olarak yaratılan bir ürün, kapsayıcı bir kültür değil, toplumun egemenlerinin çıkarlarının ve deneyimlerinin bir yansıması ve onların toplum içindeki iktidarlarının hayati bir göstergesidir (Ritzer, 2012: 359).
Bir yapı olarak toplumsal cinsiyetin makro-yapısal biçimlenişi, makro-toplumsal düzene yönelik feminist ilgilerin merkezindedir. Baskı bu yapı üzerinde kurulmuştur.Feminist kuramcılar, kadınların bedenlerinin toplumsal üretim ve yeniden üretim içinde temel bir kaynağı oluşturduğunu ve bu nedenle sömürü ve denetimin bir mahali olduğunu savunurlar. Toplumsal cinsiyet, erkeklerin çıkarlarını ve deneyimlerini yansıtan kurumsallaşmış bilginin ideolojik sistemi tarafından yeniden üretilir.
Toplumsal cinsiyet ideolojisi, kadınların üretici etkinliklerini sistematik olarak şu yollarla ezmekte ve bozmaktadır:
1. onların bazılarını, örneğin ev işlerini önemsizleştirmek,
2. diğer etkinlikleri, örneğin annelik yapmayı kavranamayacak derecede idealleştirerek,
3. oysa diğer son derece önemli işleri, örneğin kadınların Pazar metalarının üretimine hayati katkılarını görünmez yaparak (Ritzer, 2012: 360).


3.6.2. Mikro-Toplumsal Düzen
Mikro-etkileşimsel düzeyde feminist sosyoloji bireylerin nesnel projeleri veya öznelerarası anlamları takip ettiklerinde, birbirlerini nasıl dikkate aldıkları üzerinde odaklanır. Çoğu ana akım mikrososyoloji, kendi hedeflerini belirleyen ve içinde araçların amaçlarla bağlantısını kurmaya çabaladıkları doğrusal bir eylem rotasını izleyerek bu hedeflere ulaşmaya çalışan amaçlı insanların bir modelini sunar.
Bunun tersine feminist araştırma ilk olarak, kadınların yaşamlarının, rastlantısal bir niteliğinin olduğunu gösterir; kadınlar, evliliğin aşırılıkları, kocanın eylem çizgisi, çocukların yaşam planları üzerinde öngörülemez etkileri, boşanma, dulluk ve çoğu kadının ücret-sektöründeki mesleklerin riskliliği ile birlikte kayan ve değişen gündemler içinde kendilerini kaptırmış olarak bulurlar. İkincisi, günlük etkinlikleri içinde kadınlar kendilerini çok fazla, doğrusal diziliş içinde amaçlarının peşinde değil sürekli olarak başkalarının ihtiyaçlarına ve taleplerine cevap verirken bulurlar (Ritzer, 2012: 361).

3.6.3. Öznellik
Çoğu sosyoloji kuramı, toplumsal deneyimin öznel düzeyini, mikro-toplumsal eylemin içinde veya makro düzeyde «kültür» veya «ideoloji» olarak ele alır. Bununla birlikte feminist sosyoloji, eyleyenin amaçları ve ilişkileri bireysel yorumunun, ayrı bir düzey olarak ele alınması gerektiğini ileri sürer. Feminist sosyoloji, kadınların yaşamlarının araştırılmasına dayalı olarak gelişir ve genel olarak altta yer alanların yaşamlarına uygulanabilir görünür.
Öznellikle ilgili geleneksel sosyoloji modeli toplumsal eyleyenin rol üstlenme sürecinde benliği, az veya çok eyleyenle aynı olduğu farzedilen ötekilerin gözüyle görmeyi öğrendiğini varsayar. Ancak feminist sosyoloji, kadınların kendilerini erkeklerin gözlerinden görmeye yönelik toplumsallaştıklarını gösterir. Kadınlar, anlamlı ötekiler olduklarında bile benlikle ilgili ve öteki kadınlarla ilgili eril olan görüşü kendilerinin de kabul edecekleri şekilde toplumsallaşırlar (Ritzer, 2012: 363).
Mikrososyologlar, gündelik dünyayı, toplumsal eyleyenin, bir kimsenin, kendi çıkarlarına göre üzerinde üstünlük kuracağı bir şey olarak resmettiğini düşünürler. Feminist sosyologlara göre, kadınlar yaşam-dünyasını, kendilerinin özel çıkarlarına göre üzerinde üstünlük kuracakları bir şey olarak tecrübe etmeyebilirler.  Kadınlar, bu yaşam dünyasını, çeşitli eyleyenlerin çıkarlarını dengelediği bir mekan olarak tecrübe ederek toplumsallaşabilirler (Ritzer, 2012: 364).


KAYNAKÇA
Alptekin, Duygu. (2006), Üçüncü Dünya Ülkelerinde Kadın Hakları Bağlamında Feminizm,        Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Ana Bilim Dalı, Sosyoloji Bilim Dalı.
Donovan, Josephine. (2007), Feminist Teori ,Çev: A. Bora, m. A. Gevrek, F. Sayılan, İletişim Yayınları, İstanbul.
Gorelick, Sherry (1991). Contradictions Of Feminist Methodology, Gender and Society, Vol. 5, No. 4, (Dec., 1991), pp. 459-477. 
Neuman, W. Lawrense. (2006), Toplumsal Araştırma Yöntemleri, Çev: Sedef Özge, Yayın Odası, İstanbul.
Ritzer, G. (2012), Modern Sosyoloji Kuramları, Çev: Himmet Hülür,  Deki Yayınevi.
Smith, Dorothy. (1974), Women’s Perspective as a Radical Critique of Sociology, Sociological Inquiry, No. 44 (1), pp. 13-70.

FEMİNİST KURAM (4)








3.4. Yapısal Baskı
Yapısal baskı kuramcıları, baskıya duyulan ilgilerinin burada, tarihten kaynaklanan ve her zaman iktidar düzenlemeleri olan toplumsal ilişkilerin tekrar eden ve rutinleşen büyük-ölçekli düzenlemeleri olarak anlaşılan toplumsal yapı aracılığıyla nasıl yürürlüğe konulduğunu çözümlemektedir. Bu kuramcılar, ataerkillik, kapitalizm, ırkçılık ve heteroseksizm üzerinde odaklanır.

3.4.1. Sosyalist Feminizm
Sosyalist feminizmin kuramsal projesi, üç amaç etrafında gelişir:
  1. Kadınların deneyimleri açısından ataerkillik ve kapitalizmin kendine özgü ancak birbiriyle ilişkili baskıları;
  2. Genişletilmiş bir tarihsel maddecilik anlayışı üzerinden toplumsal çözümleme için açık ve yeterli yöntemler geliştirmek;
  3. Fikirlerin öneminin anlaşılmasını, insani olayların belirlenişinin maddeci bir çözümlenişiyle birleştirmek (Ritzer, 2012: 345).
Sosyalist feministler, baskının başlıca yapısının açımlanması olarak kapitalizmin sınıf ilişkilerinin Marxçı çözümlenişini kabul ederler. Ancak aynı ekonomik üretimin bir yan ürünü olarak Marxçı ataerkillik çözümlemesini reddederler. Onlar, ataerkilliğin, ekonomik koşullarla etkileşime girdiğ halde baskının bağımsız bir yapısı olduğu şeklindeki görüşü destekler.
Sosyalist feministler, bu iki yönlü bilgiyi – kapitalizmde baskıyla ilgili bilgi ve ataerkillikte baskıyla ilgili bilgi – toplumsal baskının tüm biçimlerinin birleşik bir açıklaması içinde toplamaya koyulurlar. Kapitalist ataerkillik, bu iki baskıyı birleştirmeye çalışmak için kullanılan bir terimdir. Sosyalist feminizmin baskıyla ilgili açıklamaları, egemenliği, toplumsal eyleyenlerin kategorileri arasında bir iktidar ilişkisi olarak büyük-ölçekli yapısal bir düzenleme olarak sunar. Bu egemenlik yapısı, birey eyleyenlerin kasıtlı ve amaçlı eylemlerini hem şekillendirir hem de onlar tarafından üretilir (Ritzer, 2012: 346).
Kapitalist ataerkillik konusunda odaklanma, çözümleyici bir strateji olarak tarihsel maddecilikle bağlantılıdır. Ancak sosyalist feministler bu yöntemi kullanırken son derece önemli olan üç biçimde Marxçıların ötesine geçerler: onların maddi koşulları yeniden tanımlaması, onların ideolojinin anlamını yeniden değerlendirmeleri ve onların egemenlik üzerinde odaklanmaları. Sosyalist feminist çözümleme, ekonomik dinamikleri içine alır ancak insan yaşamını oluşturan ve devam ettiren başka koşulları ekler: cinsellik, üremeye katılma ve çocuk yetiştirme; görünmeyen yuvarlak ev görevleri; duygusal bakım ve bilgi üretimi.
Sosyalist feministler ile Marxçılar arasındaki farklılık şudur; sosyalist feministlerin çözümleme nesnesi, öncelikle sınıf eşitsizliği değil, toplumsal eşitsizliklerin geniş çeşitliliğinin karmaşık iç içe geçişidir. Sosyalist feministlere göre, küresel kapitalizm içinde ücretliler olarak kadınlara erkeklerden daha az ücret verilir, çünkü ataerkil ideoloji, onlara daha düşük bir toplumsal statü atfeder. 
Sosyalist feministlerin değişim programları, kapitalizmin kadınların yaşamlarında, onların topluluklarının yaşamlarında ve çevrede işlediği hak ihlalleriyle savaşmaları için kadınlar arasında küresel bir dayanışma çağrısı yapar. Onların projesi, insanları, kamusal olarak desteklenen eğitim, sağlık hizmetleri, ulaşım, çocuk bakımı ve konut gibi kamusal hizmetlerin geniş bir güvenlik ağını  sağlama aracılığıyla toplumsal kaynakların yeniden dağıtımının aracı olarak devleti kullanmak için seferber etmektir (Ritzer, 2012: 347).

3.4.2. Kesitlerarasılık Kuramı

Kadınlar, baskıyı çeşitli biçimlerde ve çeşitli yoğunlık derecelerinde yaşıyorlar, Tüm kadınlar potansiyel olarak baskıyı toplumsal cinsiyet temelinde yaşadıkları halde yine de kadınlara toplumsal eşitsiliğin öteki düzenlemelerinin çeşitli arakesitleri tarafından farklı bir şekilde baskı yapılır. Bu varsayımlar kesitlerarasılık kuramın merkezi konusu oluşturmaktadır.
Baskının ve ayrıcalığın bu vektörleri veya Patricia Hill Collins’in deyimiyle “egemenlik matrisi” sadece toplumsal cinsiyeti değil, aynı zamanda sınıf, ırk, küresel konum, cinsel tercih ve yaşı da kapsar. Bu arakesitlerin çeşitlenmesi, bir kadın olma deneyimini niteliksel olarak başkalaştırır ve kadınların deneyimlerini kuramlaştırırken bu başkalaşımın, bu çeşitlenmenin hesaba katılması gerekir (Ritzer, 2012: 350).
Kesitlerarasılık kuramındaki argüman, arakesitin kendisinin belirli bir baskı deneyimini ürettiğidir ve bir kişi toplumsal cinsiyetin, artı ırkın, artı sınıfın, artı cinselliğin ilave stratejisini kullanma yoluyla yeterli bir açıklamaya varamaz. Örneğin, Crenshawe (1986), siyah kadınların, siyah kadınlar olmaları nedeniyle işte sıkça ayrımcılık yaşadıklarını ancak mahkemelerin rutin olarak bu ayrımcılığı onaylamayı reddettiklerini – genel ayrımcılık, “cinsel ayrımcılık” (beyaz kadınlar olarak okuyunuz) veya “ırk ayrımcılığı” (siyah erkekler olarak okuyunuz) olarak kavranan şeyin örneği olarak kanıtlanmadıkça- gösterir (Ritzer, 2012: 351).
Kesitlerarasılık kuramları, özlerinde, bu eşitsizlik düzenlemelerini, haksız iktidar ilişkilerine dayanan hiyerarşik yapılar olarak anlar. Haksızlık teması, bu çözümlemenin tutarlı eleştirel odağına işaret eder.
Kesitlerarasılık kuramı, içinde farklılığın, baskı düzenlemelerini haklılaştırmaya yönelik kavramsal bir araç haline geldiği bir politika yaratma yoluyla egemenlerin altta yer alanlara denetim kurmalarına olanak veren ideoloji ile iktidar arasındaki temel bağlantıyı kabul eder.
Egemenler, farklılığı aşağılık/üstünlük modellerine dönüştürerek insanlar arasında baskı pratiklerini haklılaştırmak için toplumsal pratik içinde farklılıkları kullanırlar; insanlar, çeşitliliğin, çıkarın ve kültürel zanginliğin bir kaynağı olarak değil, “daha iyi” veya “daha kötü” açısından değerlendirici bir şekilde farklılıkla ilişki kurmaya yönelik toplumsallaşırlar (Ritzer, 2012: 352).
Bu ideolojiler, kısmen, “mitsel norm” yaratarak işler, insanlar, ötekileri ve kendilerini bu normlar karşısında değerlendirirler; Birleşik Devletler toplumunda bu norm, “beyaz, ince, erkek, genç, heteroseksüel, Hıristiyan ve parasal olarak güvende” olmaktır . 
Feministlerin en çok araştırdıkları arakesitler, toplumsal cinsiyet ve ırk ile ilgili (Clark-Lewis, Dill, Hill),toplumsal cinsiyet ve sınıf ile ilgili (Foner, Gregson ve Lowe) ırk, toplumsal cinsiyet ve sınıf ile ilgili (Enderson ve Collins) olanlardır. Öteki çözümlemeler, toplumsal cinsiyet ve yaş, toplumsal cinsiyet ve küresel konum ve toplumsal cinsiyet ve cinsel tercihi kapsar. Bu bakış açısından en yeni yazılar içinde kesitlerarasılık kuramı, altta yer alan erkeklerin koşullarına da uygulanmıştır (Collins, Edin ve Kefalas).
İnsanlar, maddi koşullarına tepki verirken hayatta kalmak ve iktidarın haksız uygulamalarına direnmek için yorumlar ve stratejiler oluştururlar. Kesitlerarasılık kuramı projesinin bir parçası, eşitsizliğin tarihsel arakesitleri tarafından oluşturulan spesifik yaşam deneyimleri içinde işe yarayan grup bilgilerini dile getirmek ve bu bilgilerin çeşitli feminist anlatımlarını geliştirmektir.
Kesitlerarasılık kuramı, en azından Birleşik Devletler’de, örneğin Sojourner Truth’un 1852’deki Akron Kadın Hakları Kongresi’ndeki “Ben Bir Kadın Değil Miyim” konuşmasına kadar geri giden feminizm içindeki en eski geleneklerden biridir.
Kesitlerarasılık kuramı, arakesitin deneyimini ve bireylerdeki görüş açısını belirlemek kolay olduğu halde bu indirgemecilik, bireysel deneyimi üretmiş olan ve politik değişim ihtiyacını bulanıklaştıran eşitsiz iktidarın tarihsel yapılarını bellekten sildiği için kuramsal ve politik açıdan tehlikelidir uyarısını yapmaktadır (Ritzer, 2012: 352).